Türkiye’de kadınların yaşamını kuşatan yoksulluk, artan şiddet, baskı politikaları ve iktidarın aile merkezli “toplumsal kurgusu”, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’ne giderken, bu sorunları daha da yakıcı hale getiriyor. Kadınların hem iş yerinde hem evde büyüyen yükleri, devletin geri çekildiği sosyal hak alanları, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışın yarattığı korumasızlık gibi noktalar yalnızca şiddeti beslemiyor; aynı zamanda kadınları mücadele hatlarını yeniden kurmaya zorluyor. Kadın emeğine yönelik saldırıları, iktidarın aile politikalarını, şiddetin politik niteliğini ve kadın mücadelesinin önümüzdeki döneme dair ihtiyaçlarını anlatan Emek Partisi İstanbul İl Başkanı Sema Barbaros, hem ekonomik hem siyasal baskıların iç içe geçtiği bu süreçte, kadınların tek gerçek güvencesinin kendi örgütlü mücadelesi olduğunu vurguluyor.
Sermayenin kalkınması politikaları
Son üç yıla baktığımızda hem iktidarın hem Mehmet Şimşek’in bakanlık koltuğuna oturmasından sonra uygulamaya başladıkları bir mali program var önümüzde: Orta vadeli program, on ikinci kalkınma planı. Bunlar kadınların günlük yaşantısını nasıl etkiledi?Mehmet Şimşek programı, her defasında kalkınma projesi olarak karşımıza çıkan iktidarın bütün politikaları, ilk elden kadın emekçiler için ucuz çalışma, esneklik gibi pek çok yükün kadınların omuzlarına yüklendiği bir süreci tarif ediyor. Bu uygulamalarla aslında kadın emekçilerin hayatlarının çok daha zorlaştığını görüyoruz. Orta vadeli programın, esnek çalışma adı altında yaygınlaştırdığı modeller, kadın işçileri güvencesiz ve sendikasız işlere mahkum ediyor. Kadın emeğinin toplumsal yeniden üretim yükünü daha da artırıyor. “İş yaşamıyla uyumluluk” adı altında uygulanan “aile” odaklı politikalar, “ailenin 10 yılı” uygulamaları, tüm bu politikalarla bütünlük içinde şiddetin yeniden ve yeniden üretilmesinde rol oynuyor. Sermayenin kâr hırsı kadın emeğini şiddet sarmalının içerisine alıyor. Kadın emekçilere dönük iş yerinde şiddet, sömürünün artırılmasının bir aracı olarak da kullanılıyor. Özetle, Mehmet Şimşek’in iktidarın ortaya koyduğu politikalar her ne kadar ismi kalkınma politikaları olarak ifade edilse bile aslında sermayenin kalkınmasının ötesinde bir şey ifade etmiyor kadın emekçiler açısından.
İktidar ‘öteki’ yaratmaya devam ediyor...
Bu 25 Kasım’a “aile yılıya” gidiyoruz. Sermayenin ucuz, esnek, güvencesiz çalışma ihtiyacı, aile politikaları ile yasalara nasıl yansıyor ya da nasıl yansıtılması planlanıyor?İktidar, sermayeyi korumak ve sermayenin lehine ortaya koyacağı politikaları hayata geçirmek için aile söylemini bir araç olarak kullanıyor; Hem geniş kitleleri ve emekçileri kendi politikalarına çekmek için kullanıyor hem de “ailenin korunması” kavramı üzerinden meşruiyet yaratılmaya çalışıyor. Şiddetin önlenmesinde devlete sorumluluk yükleyen İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının ardından 6284 sayılı Yasa da hedefte ve etkin uygulanmıyor. Kadınları şiddetten koruyacak mekanizmalar işletilmiyor. Kadınların ve LGBTİ’lerin haklarını hedefe alan politikalar ivmeleniyor. Nafaka hakkı gibi medeni hakları hedefe koyan, boşanmalara ara buluculuk getirerek boşanmaları zorlaştıran yargı paketleri ufukta görünüyor. “Biyolojik cinsiyete uygun davranmamayı ve biyolojik cinsiyete aykırı davranışı övmeyi” yasaklayan bir yargı paketi gündeme getiriliyor. LGBTİ’lerin varoluşunu hedef alıyor, kadınların doğum yapıp yapmama kararını suç haline getiriyor. Bunlar, özellikle kadınlara yönelik saldırıların ve şiddetin daha meşru hale getirilmesinin bir aracı olarak işlev görüyor. Eşitlik mücadelesine karşı da aile kavramı bir paravan olarak kullanılıyor; çünkü eşitlik meselesi özel değil, tamamen politik bir konu. Bu politik alanın görünür olmasını engelleyecek yasalar, örneğin on birinci yargı paketi, iktidarın kendi politikalarını ve kendi “ötekisini” yaratma sürecinin parçaları. Tüm bunları, önümüzdeki dönem açısından faşizmin kurumsallaşmasının çeşitli adımları olarak değerlendiriyoruz.
‘Şiddetsiz yaşam için Saray rejimi son bulmalı’
Kadın cinayetleri ve şüpheli kadın ölümleri artıyor. Ekonomik, psikolojik ve fiziksel şiddet sarmalının yarattığı güvensizlik kadınlarda bir mücadele eğilimi oluşturuyor mu? Kadınların yaşamına nasıl yansıyor?
Hem Rojin Kabaiş’in ölümü hem de Erciyes Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesinde yaşanan kadın cinayetleri, mücadele açısından bize şunu gösteriyor: İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, 6284 sayılı Yasa’nın hedef haline getirilmesi, şiddetin sürekli meşrulaştırılması ve cezasızlık, kadınları doğrudan etkiliyor; kadınlar da bunun karşısında sokağa çıkıyor, tepki gösteriyor, eylem yapıyor.
Kadınlar üzerinde baskı ve yasaklar var. 11. yargı paketine karşı eylem yapıp “Kadın cinayetleri politiktir” diyenin, 301. maddeyle yargılandığı bir süreçten söz ediyoruz. Son dakika eylem yasaklarının arttığı, üniversite topluluklarının kapatılma tehdidiyle susturulmaya çalışıldığı, baskının yoğunlaştığı bir dönem bu.
Diğer yandan örneğin tasarruf tedbirleriyle yük yine kadınlara bindiriliyor. Tasarruf adı altında kreşler kapatılıyor, bakım yükü, ev içi angarya kadınların sırtına bırakılıyor. Tüm bunlara, şiddete maruz kalan kadınlara yönelik cezasızlık politikalarını da eklemek gerekiyor. İktidar bu saldırıları bilinçli yapıyor; çünkü en önemli amaçlarından biri kadın mücadelesini engellemek. Emek Partisi olarak şiddetsiz yaşam talebi için Saray rejiminin ortadan kalkmasının zorunlu olduğunu söylüyoruz. Bu mücadelenin en önemli dinamiklerinden biri kadınlar.
Kadın mücadelesine ilişkin iki temel nokta olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, mevcut mücadele olanaklarımızı ve mekanizmalarımızı güçlendirmek. Yani örgütlü mücadelenin araçlarını büyütmek, kadınların yan yana gelişini güçlendirmek, çeşitli taleplerle bir araya gelen kadınların birlikteliklerini geliştirmek… Var olan haklarımıza sahip çıkmak ve bunların ilerletilmesini sağlamak en önemli başlıklardan biri.
İkincisi ise önümüzdeki dönem açısından sokağa çıkanların hedeflerinin daha netleşmesi. Kadınların şiddete karşı, eşitlik için, işsizliğe karşı ve güvenceli istihdam için talepleri var; ancak bu taleplerin ötesinde başka bir dünyanın, başka bir düzenin mümkün olduğuna dair bir mücadeleyi de büyütmemiz gerekiyor. “Evet, eşitlik istiyoruz; evet, şiddete karşı yaptırım istiyoruz, ama bunun da ötesini talep ediyoruz” diyebildiğimiz bir mücadele hattına ihtiyacımız var.
‘Ortak mücadele zemini güçlenmeli’
Kadın hareketini çizdiğiniz iki hat, öz örgütleri güçlendirmek ve mücadelenin hedefini netleştirmek üzerinden değerlendirir misiniz? Hareketin mevcut durumu ve ilerlemesi gereken hat nedir?
En örgütsüz kesimlerin başında yine kadınlar geliyor. Örneğin sendikalara baktığımızda, kadın işçiler arasında sendikalaşma oranının çok düşük olduğunu görüyoruz. Örgütlü oldukları alanlarda da kadın emekçilerin daha az örgütlü olduğu açık. Buna rağmen hem kadın hareketi açısından hem de toplam mücadelenin ilerletilmesi açısından kadın işçilere ayrıca bakmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü son yıllarda pek çok direnişin en önünde kadınlar yer alıyor.
Kadınlar direnişe çıktıklarında, mücadele ettiklerinde, sendikalaşmaya ya da daha örgütlü mücadele etmeye çalıştıklarında ilk karşılarına çıkan devlet oluyor. Sendikalaşmak isteyen isteyen, greve çıkan işçiler karşısında polis müdahalesi, gözaltılar, yargı süreçleri ile karşılaşıyor. Şık Makas direnişinin öncü işçilerinden Buse’nin ev hapsi almasını örnek olarak verebiliriz.
Sorunuzun ikinci kısmına, yani “Kadın hareketi nasıl ilerlemeli?” sorusuna gelirsek; bunun en önemli dinamiklerinden biri, bizi bir araya getirecek taleplerimizin hem netleşmesi hem de kadın hareketini oluşturacak tüm kesimlerin, sosyalistler, feministler, Kürt kadın hareketi, işçi ve emekçi kadınların, birlikte mücadele etmesini sağlayacak bir çizginin oluşturulmasıdır. “Neye karşı ve nasıl mücadele edeceğiz?” sorusunun etrafında bir birlik oluşturmak gerekiyor.
Saray düzeni kadınların haklarına sermayenin ucuz iş gücü ihtiyacı, kendi iktidarını sağlamlaştırmak için saldırıyor; buna karşı ortaya konacak her türlü mücadeleyi baskılamaya çalışıyor. Kadın hareketi açısından da mücadele dinamiklerini tartışırken, Saray düzeni değişmediği sürece haklarımızı kazanmanın ve mücadeleyi ilerletmenin mümkün olmadığını görmek gerekiyor. Taleplerimizi de bu çerçevede düşünmek gerekiyor: Erkek şiddetine, devlet şiddetine karşı mücadeleyi örgütleyecek taleplerimizi ve hedeflerimizi belirlemek ve bunu birlikte örgütlemenin sorumluluğu ile hareket etmek gerekiyor.
Kadın işçilerin çeşitli eylemlerde, mücadele alanlarında öne çıkmış olması; 19 Mart sürecinde genç kadınların öne çıkması; kadın cinayetlerine karşı eylemlerde kadınların ön planda olması; ücretsiz yemek kampanyası gibi, eğitim ve sağlık alanlarındaki taleplerin örgütlenmesinde kadın emekçilerin en önde yer alması… Tüm bunlar kadınların bu önemli dinamiği örgütleyebileceğini gösteriyor.
Şiddet ve yoksulluk sarmalından kurtulmanın en önemli yollarından biri, kadınların sadece haklarını korumak için değil, birlikte mücadele edecek mekanizmaları kurmak için yan yana gelmesidir. Bu mekanizmaların örgütlenmesi, iktidarın faşizmi kurumsallaştırmak üzere attığı adımlara karşı en önemli gücümüz olacaktır. Bu yüzden bu dönem 25 Kasım sloganımız çok anlamlı: Kadınların tek güvencesi örgütlü mücadelesi.
Kadın hareketi parçalı görünen talepleri birleştirebilir
İşçi direnişlerinde, grevlerde kadınlar öne çıkıyor. Türkiye’nin pek çok yerinde farklı işçi direnişlerinden bahsediyoruz ama aslında sizin ortaya koyduğunuz çerçeve çok daha geniş. Birbirinden kopuk, lokal işçi mücadelelerinin birbiriyle bağı nasıl kurulabilir?
Farklı mücadelelerin, mücadele dinamikleri açısından çeşitli özgünlükleri var. Ama asıl olan şey şu: Bir Saray düzeni var; kapitalist sistemin sermayeyle iç içe geçtiği ve sermaye ne diyorsa onu söyleyen, emperyalistler ne diyorsa onu uygulayan bir Saray düzeni. Bugün her yerde lokal eylemler, direnişler oluyor. Biz bu direnişleri birleştirmeye, yan yana getirmeye çalışıyoruz. Bu nedenle, az önce söylediğim gibi, çeşitli talepler etrafında yan yana gelen kesimlerin mücadelesini önemsemeli ve bu mücadelenin başka mücadelelere yol gösterip zemin yaratabilmesini sağlamalıyız.
Biliyoruz ki bütün bu saldırılar, ekonomik zorluklar, baskılar, emekçiler açısından içinden çıkılmaz bir durum yaratarak mücadelenin zeminini zayıflatmayı amaçlıyor. Bunun etkili olmaması için ne yapmamız gerekiyor? Direnişler; iş yerlerindeki sendikalaşma mücadeleleri, cinayetlere karşı sokağa çıkanlar, bir öğün ücretsiz yemek için harekete geçen kadınlar, sağlık alanındaki sorunlar nedeniyle yan yana gelenler, kentsel dönüşüme karşı çıkanlar… Bunların hepsinin farklı özgünlüklerinin yanında ortak bir mücadele zemininde buluşturmamız gerekiyor. Çünkü düzen, emekçilerin ayrı ayrı gördüğü tüm bu sorunları aslında tek bir çerçevede üretiyor. Kadın hareketinin böyle bir gücü, böyle bir dinamiği var ve bunu zorlayabilmek, bu sorumlulukla hareket etmek önemli.
Bugün iktidar, faşizmi adım adım kurumsallaştırırken bu düzeni ayakta tutan kolonları sağlamlaştırmasının önündeki en temel engellerden biri kadınların mücadelesi. Bu yüzden iktidarın saldırıları doğrudan kadınlara yöneliyor; kadınların örgütlenme hakkından yaşam hakkına kadar her şeye müdahale ediyor.
Bizim de özellikle bu dönem Emek Partisi olarak bir bildirgeyle çıkıyor olmamızın nedeni bu. Bu bildirge hem dünyanın hem de ülkenin içinden geçtiği süreçte bizi adım adım faşizmin daha kurumsal hale getirildiği bir yere sürükleyen tehlikeye dikkat çekiyor. Çeşitli talepler etrafında bir araya gelecek olanın emekçiler olduğunu ve bu düzeni değiştirecek gücün asıl olarak emekçilerde olduğunu vurguluyor.
‘25 Kasım’da eylemdeyiz’
25 Kasım’a nasıl çağrı yapıyorsunuz?
Biz 25 Kasım’a ilişkin, kadınların olduğu her yerde kadına yönelik şiddete karşı yan yana gelebilmek ve yoksulluğa karşı birlikte mücadele edebilmek için çeşitli çağrılar yapıyoruz. Türkiye’nin pek çok yerinde gerçekleşecek eylemlerin, buluşmaların bir parçası olacağız. Ama özellikle altını çizmek istediğim şey şu: 25 Kasım’ın bir de 26 Kasım’ı olacak. Yani 25 Kasım’da yan yana geldiğimiz, birlikte mücadele ettiğimiz kadınlar, ertesi gün de orada olacaklar ve asıl mesele de orada başlıyor.
25 Kasım’da devlet yine baskılarla, yasaklarla kadınların bir araya gelmesini, güçlü görünmesini engellemeye çalışabilir. Ama buna rağmen kadınlar mücadele etmeye ve birlikte hareket etmeye devam ediyorlar. Bunu çeşitli yerlerde yaptığımız etkinliklerde de görüyoruz. Ve özellikle 25 Kasım’da yapılacak her eylemde, etkinlikte orada olmaları; hem birlikte mücadelenin gücüne güvenmeleri hem de bunun en büyük güvenceleri olduğunu görmelerini istiyoruz.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN






















