
Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN), Urfa, Malatya, Adıyaman ve Adana’da toplam 116 kadın işçiyle yaptığı görüşmelerin ardından hazırladığı Güneydoğu Tekstil Sektöründe Kadın Emeği ve Sendikal Algı Raporu'nu Urfa’da düzenlediği basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladı. Raporu, BİRTEK-SEN adına avukat Esmer Özer, Özlem Temenna, BİRTEK-SEN Malatya Temsilcisi Halime Sancak ve Urfa Temsilcisi Funda Bakış açıkladı.
Türkiye’de sık sık işten atma ve hak gasplarıyla gündeme gelen tekstil şirketleri, uluslararası tekeller için üretim yapıyor. Dünyanın en büyük tekstil markaları olan Nike, Adidas, Zara, Levis, Focus, Bershka, LCW, Focus ve Polo, Güneydoğu’da üretim yapıyor.
Rapor, “kadın gücü” ve “temiz üretim” söylemleriyle kendilerini pazarlayan Zara, Bershka, Levi’s, Prada ve Coach gibi uluslararası markaların tedarik zincirlerinde kadın işçilerin maruz kaldığı sömürü koşullarını gözler önüne seriyor. Bu çalışma, bölgedeki tekstil atölyelerinde kadın emeğinin ucuz, güvencesiz ve sendikasız biçimlerde nasıl kullanıldığını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
Anket katılımcıların yüzde 48.3’ü sendika üyesi, yüzde 51.7’si sendikasız kadın işçilerden oluştu. Sendikalı işçilerin yüzde 41’i TEKSİF üyesi iken yüzde 35.7’si Öz İplik-iş; yüzde 23,2’si ise BİRTEK-SEN üyesi.
Bir işçinin ücreti ürettiği Prada marka bir denim pantolon etmiyor
Raporda, Türkiye’de sendikal hakların kısıtlanması ve esnek çalışma uygulamalarının yaygınlaştırılmasının, küresel pazarda bir “rekabet avantajı” unsuru olarak sunulduğuna dikkat çekildi. Ancak bu durumun, özellikle kadın işçiler açısından ağır hak kayıpları, düşük ücretler ve artan güvencesizlik anlamına geldiği vurgulandı.
Araştırma bulgularına göre, görüşülen 116 kadın işçinin tamamı prim ve fazla mesai ücretleri dahil olmak üzere net 30 bin TL’nin altında gelir elde ediyor. Kadın işçilerin yarısından fazlasının net ücreti ise asgari ücret düzeyinde. Yani, bir kadın işçinin bir aylık ücreti, ürettiği Prada marka bir denim pantolonun satış fiyatına dahi denk gelmiyor.
Kadın işçilerin yüzde 95.7’si, ürettikleri ürünlerin bir adedini satın alamadıklarını söyledi. Ürettiği ürüne ulaşabilen az sayıdaki işçinin ise Bonprix, Kiabi, Simply Be, MS Moda, Monor gibi düşük fiyat segmentindeki markalara üretim yaptığı belirtildi.
Düşük ücretlerin yanı sıra raporda, görüşülen her iki işçiden birinin ücret kesintisine maruz kaldığına dikkat çekildi. Bu kesintilere genellikle “işe gidememe”, “geç kalma”, “performans hedefini tutturamama” veya “hata” gibi gerekçeler gösterilirken görüşülen işçiler bu kesintilerin keyfi olduğunu ve asıl amacının üretim hızını artırmak için bir baskı aracı olarak kullanıldığını ifade etti.
Fotoğraf: BİRTEK-SEN
Şiddeti şikayet edememe sebebi: İşsiz kalma korkusu
Raporda, kadın işçilere yönelik psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddetin, üretim baskısını artırmak ve işçileri denetim altında tutmak için sistematik bir araç olarak kullanıldığı ortaya kondu. Görüşmelerde, kadın işçilerin en sık karşılaştığı durumun ustabaşı ve yöneticilerden gelen aşağılayıcı, cinsiyetçi ve küçük düşürücü ifadeler olduğu belirtildi.
Taciz, şiddet ve mobbinge maruz kaldığını belirten kadın işçilerin yüzde 54,2’si herhangi bir şikâyette bulunmadığını ifade etti. Raporda bu sessizliğin nedenleri arasında; şikâyet mekanizmalarına güvensizlik, damgalanma korkusu, dayanışma eksikliği ve işini kaybetme endişesi öne çıktı.
Hakaret ve tehdit ile 21 saat çalışma
Raporda, yasal sınırların çok ötesine geçen ağır ve uzun çalışma sürelerinin Güneydoğu’daki tekstil fabrikalarında yaygın bir uygulama haline geldiği vurgulandı. Malatya’dan bir kadın işçi, yaşadığı koşulları şu sözlerle anlattı: “Sabah 8’de başladık, gece 4’e kadar çalıştık. Servisle eve gidiyorsun, uyuyorsun, tekrar aynı döngü. Ne zaman yemek, ne zaman hayat?”
Bu tanıklığın münferit olmadığı, araştırmanın genelinde benzer örneklerin yaygın biçimde dile getirildiği belirtildi. Bulgulara göre, birçok fabrikada günlük çalışma süresi 10–12 saat, yoğun sipariş dönemlerinde ise 18–20 saate kadar uzuyor. Urfa’da çalışan bazı kadın işçiler, “iş yetiştirme” dönemlerinde 36 saat kesintisiz çalışmaya zorlandıklarını ifade etti.
Veriler, bu aşırı çalışma sürelerinin işçilerin tercihinden çok “işini kaybetme korkusu” nedeniyle bir zorunluluğa dönüştüğünü ortaya koyuyor. Kadın işçilerin yüzde 62’si fazla mesaiye zorlandığını, bu süreçte yüzde 40’ının tehdit edildiğini, yüzde 15’inin ise hakarete uğradığını belirtti.
Antep’ten bir kadın işçi, yaşadıkları baskıyı şöyle aktardı: “Mesaiye kalmadıysan ertesi gün senden daha fazla üretim istiyorlar. Hatta bir kadının yüzüne kumaş fırlatıldı, ‘Dün mesaiye kalmadın, bugün çıkamayacaksın’ dediler.”
Urfa’dan başka bir kadın işçi ise şunları söyledi: “Fazla mesaiye kalmazsan bedelini ödüyorsun. Bandı bıraktırıp temizliğe ya da ütüye gönderiyorlar. Dersini almazsan da işten atıyorlar.”
Rapora göre, işçilerin yüzde 96’sı fazla mesai ücreti aldığını ifade etse de, bu ücretlerin nasıl hesaplandığını bilmediklerini dile getirdi. Çoğu fabrikada fazla mesai ücretlerinin bir kısmının elden ödendiği, bazen ise mesainin normal çalışma süresi içinde gösterilerek düşük ücret ödendiği tespit edildi. Bu uygulamaların, eksik prim gün sayısı ve düşük prime dayalı kazanç nedeniyle kadın işçilerin emeklilik haklarını olumsuz etkilediğine dikkat çekildi.
Servisler güvenli ulaşımı sağlamıyor
Raporda, zorunlu mesailer sonrasında kadın işçilerin güvenli ulaşımının sağlanmadığı ve bu durumun ciddi bir güvenlik riski oluşturduğu vurgulandı. Kadın işçiler, özellikle gece vardiyalarında servis güzergâhlarının yetersizliği nedeniyle endişe duyduklarını ifade etti.
Araştırmaya göre, kadın işçilerin yüzde 62’si saat 22.00’den sonra işten çıktığını, ancak bu grubun yalnızca yüzde 14,3’ünün evinin kapısına kadar servisle bırakıldığını belirtti. Servislerin genellikle ana caddelerde veya kavşaklarda işçileri indirip, geri kalan mesafenin yürümek zorunda bırakıldığı aktarıldı.
Urfa’dan bir kadın işçi yaşadığı durumu şu sözlerle anlattı: “Bazen gece 3’te çıkıyoruz işten. Servis beni evimin yakınındaki karanlık bir kavşağa bırakıyor. Oradan yürümek zorundayım. Çok korkuyorum ama mecburum.”
Antep’ten bir başka kadın işçi ise gece vardiyası sonrası yaşadığı mağduriyeti şöyle dile getirdi: “Gece vardiyasından sonra servis gelmedi. Müdür ‘Taksiyle git’ dedi. Param yoktu. Üç saat fabrikada bekledim, sabah mesaisiyle birlikte döndüm.”
Raporda, bu tanıklıkların kadın işçilerin güvenli ulaşım hakkının sistematik biçimde ihlal edildiğini ve gece vardiyalarında kadınların fiziksel güvenliğinin işverenler tarafından göz ardı edildiğini ortaya koyduğu belirtildi.
Uzun mesailer meslek hastalıklarına dönüşüyor
Raporda, kadın işçilerin büyük çoğunluğunun aşırı mesai ve ağır çalışma koşullarının beden ve ruh sağlığı üzerinde yıkıcı etkiler yarattığını ifade ettiği belirtildi. Görüşmelerde en yaygın şikayetlerin kas-iskelet sistemi hastalıkları, kronik ağrılar ve kimyasal madde maruziyetine bağlı sağlık sorunları olduğu saptandı.
Araştırmaya katılan kadın işçilerin yüzde 60’ı çalışırken bir meslek hastalığı yaşadığını bildirdi. Bu grubun yüzde 58’i kas-iskelet sistemi rahatsızlıklarından, yüzde 30’u ise toz ve kimyasal madde maruziyeti nedeniyle sağlık sorunları yaşadığını belirtti.
Urfa’dan bir kadın işçi, uzun çalışma saatlerinin bedensel etkisini şu sözlerle dile getirdi: “Mesainin sonunda artık elimi kapatamıyorum, sinir sıkıştığı için. Eve gittiğimde dinlenemiyorum. İşe gitmek için uyandığımda hâlâ önceki günden ağrılarım devam ediyor.”
Bir başka Urfalı kadın işçi ise yaşadığı durumu şöyle anlattı: “Topuk dikeni oldu bende, raporum da var. Ama raporuma rağmen koltukta oturmam yasaklandı. Koltuğu bıraktım, masaya yaslanmamıza bile izin vermiyorlar.”
‘Altıma mı işeyeyim?’
Raporda, tuvalet kullanımının sınırlandırılmasının yalnızca bir yönetim uygulaması değil, kadın işçiler üzerinde kurulan aşağılayıcı bir baskı biçimi olduğu vurgulandı. Araştırmaya göre, kadın işçilerin yüzde 74’ü tuvalete gidişlerinin kısıtlandığını belirtti. Görüşmelerde, bu uygulamanın regl dönemlerinde dahi sürdüğü ve bazı kadınların bu nedenle işten ayrılmak zorunda kaldığı ortaya kondu.
BİRTEK-SEN Urfa İl Temsilcisi Funda Bakış, bu durumu şöyle ifade etti: “Kadın işçiler regl olduklarında bile zorlanıyorlar. Regl oldum demek istemiyor, utanıyor. Ama başka türlü tuvalete gidemiyor.”
Urfa’dan bir kadın işçi ise yaşanan bir olayı şu sözlerle anlattı: “Bir kadın arkadaş ustayla tartıştı. ‘Altıma mı işeyeyim yani, koca kadınım. Gitmem lazım’ dedi. Ertesi gün işi bıraktı, artık utandığı için.”
‘Üst aramasını reddedersen tutanak tutuluyor’
Raporda, kadın işçilerin yoğun mesai sonrasında fabrikadan çıkarken “güvenlik kontrolü” adı altında zorunlu üst aramalarına maruz bırakıldıkları belirtildi. İşçiler, bu uygulamanın hem aşağılayıcı hem de mahremiyet ihlali niteliğinde olduğunu ifade etti.
Urfa’dan bir kadın işçi yaşadıklarını şöyle anlattı: “Üst aramasını reddedersen hemen tutanak tutuluyor.”
Malatya’dan bir başka kadın işçi ise mahremiyet ihlallerinin yalnızca üst aramalarıyla sınırlı kalmadığını belirterek şu sözleri paylaştı: “Dolaplara bakıyorlar, kadınların giyinme odalarına giriyorlar. Bir keresinde, güya çalınmış ürün ararken bir arkadaşımızın pedlerini karıştırdılar, ortalığa saçtılar. Olay çıktı. Biz utandık ama onlar hiç önemsemedi.”
Fotoğraf: BİRTEK-SEN
Yasal haklar fiilen uygulanmıyor
Araştırma bulgularına göre, kadın işçilerin yalnızca yüzde 72’si doğum izni hakkını kullanabildiğini, yüzde 17’sinin ise bu haktan tamamen mahrum bırakıldığını belirtti. Raporda, süt izni hakkının da çoğu fabrikada mekânsal ve zamansal olarak fiilen kullanılamaz hale getirildiği tespit edildi.
Saha gözlemleri, hamile kadın işçilerin uzun süre ayakta çalıştırıldığını ve hamileliğin işten çıkarma gerekçesi olarak kullanıldığını ortaya koydu. Bu durum, kadın emeğinin üretim süreçlerinde tamamen “yerine konabilir” bir unsur olarak görüldüğünü açıkça gösteriyor.
Urfa’dan bir kadın işçi yaşadığı deneyimi şu sözlerle aktardı: “Hamileyim dedim, kaldıramıyorum bu yükleri. ‘O zaman ne iş yapabiliyorsun sen?’ dediler. Sonra da işten çıkardılar.”
Kreş hakkı doğmasın diye kadın işçi sayısı yasal sınırda tutuluyor
Araştırmaya göre kadın işçilerin yalnızca yüzde 27,.’si çalıştığı fabrikada kreş veya bakım evi olduğunu bildirdi; 33 fabrikanın yüzde 27’sinde bu imkânın olmadığı belirtildi. Anket kapsamındaki büyük ölçekli iş yerlerinde yalnızca yaklaşık üçte birinde çocuk bakım hizmeti sunuluyor. İş yerinde kreş olduğunu belirten işçilerin yüzde 74’ü sendikalı. “Kreş yok” diyen 81 işçinin yarısından fazlası sendikasız.
Raporda ayrıca, patronların 150’den fazla kadın çalışan olan iş yerlerinde kreş açma yasal yükümlülüğünden kaçmak için kadın çalışan sayısını 149’da tutma gibi uygulamaları bulunduğu saha tanıklıklarıyla aktarıldı.
Deprem dönemi patronun ‘yardımı’ borca dönüştü
2023 depremlerinin ardından, kadın işçilerin neredeyse tamamına yakını (%89.7) patronlarından destek görmedi. Yardım adı altında sağlanan küçük miktarlar dahi, çalışmaya başlanır başlanmaz ücretlerden kesilerek işçiler üzerinde yeni bir borç yükü oluşturdu. Bir işçinin ifadesiyle, “Verilen 3 bin 500 TL, maaşımızdan kesildi. Eylemimiz sonucu geri iade edilse de, bu kez taksitlerle kesilmeye başlandı." Dahası, deprem gibi olağanüstü bir dönemde işçilerin artan iş yüküne maruz bırakıldı ve çalışamadıkları günler için telafi zorlaması yapıldı.
Denetim öncesi göstermelik düzenlemeler yapılıyor
Rapor, iş güvenliği önlemlerinin büyük ölçüde kâğıt üzerinde kaldığını ortaya koydu. Kadın işçilerin yüzde 66’sı iş yerlerinde iş kazası yaşandığını söyledi.
Kadın işçilerin yüzde 44’ü, hiç iş güvenliği eğitimi almadığını belirtti. Fabrikalarındaki iş güvenliği önlemleri sorulduğunda, işçilerin yalnızca yüzde 15.7’si “önlem alınıyor” derken yüzde 49.1’i “önlem alınmıyor”, yüzde 35.2’si ise “kısmen alınıyor” yanıtını verdi. Bu dağılım, güvenlik tedbirlerinin bütünlüklü biçimde uygulanmadığını, bazı fabrikalarda belli bir alan veya bölümde kısmi tedbirler olsa bile iş yerinin geneline yayılmadığını gösterdi.
Bu fabrikaların yüzde 81’ine markadan ve devletten denetçi geldiği söylenirken denetim öncesi fabrikada düzenleme yapıldığını söyleyen kadın işçi oranı yüzde 83.5. Denetim sonrası fabrikada iş güvenliği önlemleri ve çalışma koşulları açısından bir değişim yaşanmadığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 97.
Sendikal örgütlülük zorunluluk
BİRTEK-SEN, bu araştırmanın kadınların örgütlenme ihtiyacını daha da görünür kıldığını vurguladı. Kadınların sendikal örgütlenmeye dair umutları, hayal kırıklıkları ve çekincelerinin de yer aldığı raporda
Rapora göre sendikalı olma ve sendikayı sorunların çözümünde etkili görmeme konusundaki en yaygın kaygı, sendikaya üye olmanın işten atılmaya yol açacağı korkusu. Kadınların büyük bölümü, “Sendikaya güvensem bile, patron öğrenince işten atar” diyerek bu nedenle uzak durduğunu söyledi.
Aile baskısı ve toplumsal normların da kadınların sendikalaşmaya dair kararlarını doğrudan etkilediği de belirtildi. Bir kadın işçi şöyle ifade etti: “Eşim, sendikaya girersem işsiz kalacağımı söylüyor. O yüzden cesaret edemiyorum.” Bir başka kadın işçi ise, “Cesaretim yok, korkuyorum. Hem millet ne der? Ne değişir?” dedi.
İşçilerin sendikalara mesafeli durmalarının bir diğer nedeni ise, bazı sendikalara duydukları güvensizlik deneyimleri. Görüşülen işçilerden birinin ifadesi şöyle: “Sendika var ama patronla iyi geçinmekten başka bir şey yapmıyorlar.”
Sendikalı kadın işçilerin sendikal çalışmalara aktif katılımını sınırlayan nedenler arasında işten atılma/patron baskısı, aile baskısı, bakım yükü ve zaman yetersizliği ve bilgi eksikliği öne çıktı. Sendikayı işçiler için önemli bir güvenlik olarak gören kimi kadın işçiler üye oldukları sendikalarda kadınların sözlerinin yeteri kadar dinlenmediğinden de bahsetti: “Sendika haklarımızı savunuyor ama kadın işçilerin sesini duymuyor. Kadın temsilciler olmadıkça güven duymuyorum.”
Yine de kadın işçilerin önemli bir kısmı sendikalı olmanın hak aramak için tek yol olduğunu düşünüyor. Sendikalaşırken kadın işçilerin en çok öne çıkan motivasyonları, haklarını korumak, işten kolay atılmamak ve yalnız kalmamak. Kadınlar, “Sendikalı olmak yalnız olmadığımızı hissettiriyor” ve “Patrona karşı tek başıma kalmamak için” sözleriyle sendikalaşmanın neden zorunlu olduğunu anlattılar.
Fotoğraf: DHA - Kolaj: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Şık Makas direnişi şehir meydanında: 'Bizi köle yerine koymaktan vazgeçecekler'
Şık Makas işçileri taleplerini şehir merkezine taşıdı. Polis barikatına “İşçiye değil patronlara barikat” sloganıyla karşı çıkan işçiler, “Bizi köle yerine koymaktan vazgeçecekler” dedi.
Digel Tekstil’de şiddet ve taciz raporu: Sistemin normali mücadelenin gerekçesi
‘Şiddet, daha çok çalışma, daha çok üretim için baskı aracına dönüşür; bu sistemin devamlılığını sağlayan en önemli araçlardan biri haline gelir. Digel’de olanlar da esas olarak budur.’
Özak direnişine tutunan 3 kız kardeş: Evin ekmeğini getiren direnişe çıktığında...
Özak Tekstil’de direnişinin öncülerinden bir kadın. İki kız kardeşiyle yaşıyor. Evin geçimi onun sırtında. Ve direniş aynı zamanda üç kız kardeşin hayata tutunmasının da hikayesi.
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN