Kıymetli Mine,
Dergimiz artık yıl sonu olması hasebiyle bir envanter sayısı planlamış. Ben de bu yılın muhasebesini sana döküleyim de senin vesilenle ve varlığının eşliğiyle okuyanlar da bu envantere böyle baksın istedim.
Benim evin olduğu sokakta yıkık dökük kerpiç bir ev var. Beyaz badanasının üstüne biri yeşil boyayla acemice “Mutlu değiliz hiçbirimiz” yazmış. Defalarca fotoğrafını çektim. Kimi zaman pembe oje sürdüğüm ellerimi yazının üstüne getirerek, kimi zaman Ayşe’yi gülümser halde duvara yanaştırarak… Niyetimi anlamışsındır. Bunca mutsuzluğa rağmen varoluşumuzu kutlayarak. Galerim bu duvarın onlarca versiyonuyla dolu. Artık oradan geçerken yazıyı okuyup fotoğraf çekmiyorum. Öyle bir bıkkınlığa teslim olduğumuz bir yıldı. Kutlayacak bir varlık hali bile bulamadık. İnan hepimiz adına konuşuyorum.
Nedeni üzerine düşünmüyor değilim. Zaten tek bir nedene indirgenemeyecek bir bunaltı çağı bu.
Tolstoy, Savaş ve Barış’ın giriş kısmında bir elma hikayesi anlatır. Ağacın altına yığılan elmalara bakarak sorar: Elma neden yere düşer? Olgunlaştığı ve kuruyan sapı onu taşıyamadığı için mi, yer çekimi yüzünden mi, rüzgâra mukavemet edemediği için mi, yoksa aşağıda onun düşmesini arzulayan çocuğun istenci yüzünden mi? Aslında bunların hepsi birliktedir diye yanıt verir. Konu Napolyon’un 1812 hücumudur ve savaşların başlamasını da herhangi başka bir olayı da tek bir nedenle açıklayamayız der.
Tabii böyle bakınca mutsuzluğumuzun bireyselliği kaybolur, toplumsallaşır. Aitlik ve güven duygusu gibi bazı temel mutluluk kaynaklarının eksikliğini çekiyoruz. Bunun bin tane nedeni var.
Dünya aynı dünya. Tarihsel olarak bakarsak her zamanki döngünün içinde kendimize ve yaşadıklarımıza çok da önem atfetmeli miyiz sorusu geliyor akla. Yani bir tanecik hayatımız olduğunu düşünürsek, izninle ben buna evet, elbette demek istiyorum.
Tam da şimdi yeni bir merak ve enerjiyle doluyum, kendi mutluluğumu genel mutsuzluğun içinden kopartıp hayattan hakkım olanı alacağım dediğimde birkaç minik delikten havam foş diye boşalıveriyor. Adaletsizlik apaçık. Neredeyse pornosunu izliyoruz haksızlıkların, öyle sert. Bu iletişim ve etkileşim dünyasında görmediğimiz şey kalmıyor. Sabıkların da görünmemek ve saklanmak gibi bir derdi yok zaten. Bürokrasi kalktı, yerini mahalle delikanlılığına bıraktı. Kabile reisleri geri döndü. Sadece takım elbise giyiyorlar artık. Ortalıkta kaçışan çöp insanlar hayal et. Sinik mahalle sakinleri. Heeeeyt narasıyla perdeler çekiliyor.
Her haksız tutuklamada, her açıklamaya muhtaç salıvermede homurtular yükseliyor mahallemizde. Uğultu gittikçe azalıyor sonra. Hoop yine ve yine. Adeta tekrarlı bir ritim gibi. Kreşendoya dönüşmeden susuyor notalar. Yine de derinden derine her aşırılıkta ilk homurtunun frekans değeri diğerine göre daha yoğun sanki. Tolstoy’un nedenleri çoğalıyor elmanın düşmesi için.
Sana ummalı bir cümle kuramayacak kadar bitkin değilim. Seni hiç ama hiç aklımdan çıkarmıyorum. Bu büyük, akılalmaz haksızlığın şahitliğinin ağırlığıyla yaşıyorum kaç senedir. Sen orada içeride bu ağırlıktan muafsın, seni gidi.
Bir şeyler yazıyorsundur umarım. Victor Serge’nin İçerdekiler kitabını okurken hep aklımdaydın. Sizin ifade edişinize ihtiyacımız var. Adetten olduğu için değil, oradaki varlığının kanıtı olarak böyle bir şey yapmalısın bence. Kimseyle konuşamadığım zamanlar ya da insanlarla konuşamadığım şeyleri yazmak benim için sağaltıcı bir yöntem oldu hep.
Ben nasılım, değil mi, sıra ona geldi hâl hatırda.
Bir şeyler yapmak için değil gerçekten istediğim için yapıyorum her şeyi. Yapmak istemediğim şeylerin bedelini ödüyorum. Gerçek olma gayretim bazen epey yorucu olabiliyor. Hayatımdaki insanlar benim bu kendi ruhsallığımı ameliyat eden halim yüzünden benimle mesafeli bir ilişki içindeler. Ben de kiminin bildiği kiminin bilmediği nedenlerden ama öncelikle kendi gerçeğimi (mutluluğumu değil) seçtiğim için nasıl göründüğümü çok da önemsemeden titizlikle ilişkileniyorum, ilişkilenmiyorum. Özgürlük, dışarıdayken de ancak böyle mümkün oluyor.
İnan ki envanterin e’sindeyim henüz. Yine de açık mektupta çok uzatmayayım. Kişisel sakarlıklarım ve cüretkarlıklarımla ilgili maceralarımı her zamanki gibi kapalı mektupta anlatırım. Sana başka mektup yazmadığım bir yıl diliyorum. DM’den yürüyebildiğim… Canım Mine.
Mektubun sahibi Mine Özerden, belgeselci ve ekosistem savunucusu harikulade bir kadındır. Gezi Parkı Olayları yüzünden 25 Nisan 2022 tarihinde 18 yıl hapis cezasıyla tutuklandı. Çıkana kadar ona yazmaya devam edeceğim. Mine Özerden masumdur.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Mine Özerden’e…
Filiz Gür, Gezi Parkı davası kapsamında 2022 Nisan ayında 18 yıl hapis cezasına çarptırılan Mine Özerden’e mektup yazdı.
İyi ki doğdun Mine Özerden...
‘Ben bu satırları yazarken kim bilir kimler, neleri dava ediniyor? Birileri yangın yönetmeliklerini, birileri ruhsat şartlarını, birileri görev tanımlarının gerektirdiği mahkumiyetleri...’
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
























