9 senedir gitgide büyüdük. Geçen sene bin kişiyle yaptığımız etkinliğimiz, bu sene daha kalabalık geçecek. Yaşadığımız bunca kötü haberlere rağmen yan yanaysak umuttur bu.

İş yerinde sorumluluğum çok fazla olduğundan çok yoruluyorum. Aynı şekilde evde de bütün sorumluluk bende olduğu için çocuğun okulu, yemek, temizlik, alışveriş derken yorgunluğum bitmiyor.

Umutsuzluğun sürekli pompalandığı bu dönemde, sürekli birlik olmak gerektiğinden bahsedip elini taşın altına sokmaktan imtina etmek bir şeylerin değişeceğine olan inancı da zayıflatıyor.

Kadro mudur beklediğim yoksa Azrail mi bilmiyorum. Ama şunu iyi anladım ki ne hükümet, ne karakol ne yargı bizi koruyor. Güvenceli işiniz, insanca yaşayacak ücretiniz yoksa mahalle bile değiştiremiyor

Bedenlerimiz kaldırmıyor artık. Çocuklarımızı göremiyor, evliliklerimiz sonlanıyor, yaşadığımız depresyon nedeniyle intiharın eşiğine getirilmiş durumdayız.

Biraz da aşk konuşalım. Bu dönem oldukça popüler olan 'Kimler Geldi, Kimler Geçti', modern zaman ilişkilerini anlatırken ilişkilere dair tartışmamız gereken birçok noktayı da ortaya koyuyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin gereği yapılmadığı için kadın cinayetleri her yıl katlanarak artıyor. Bu hale bir gecede mi geldi bu toplum?

İşe alınırken işçilere kadere inanıp inanmadığı, alınyazısına göre mi hareket edeceği, sendika hakkında ne düşündüğü soruluyor, örgütlenme olursa haber vermek için yemin ettiriliyorlar.

‘Kaynak yok diyorlar halka yok kendilerine var. Bütün yük de halkın omzunda… Bu kampanyaya sahip çıkarız biz.’

‘Genç bir işçi kadın olarak sizlere sesleniyorum, bir patronun cebine giren para ile bir işçinin cebine giren ücreti karşılaştırın.’

Seçimler konuşulurken sohbet de memleketin hali de dönüp dolaşıp Suriyelilerin Türkiye’ye gelmesine bağlanıyor. Ülkedeki her sıkıntıdan sorumlu tutulan Suriyeliler ne diyor kendilerinin suçlanmasına?

Mücadele sadece patronlara karşı değil, kapitalist sınıfın bir uzantısı haline gelen sendikal bürokrasiye de karşı!

Aslında o da istiyormuş hakkını aramayı, fakat beni kıskanıyormuş. Ben ona göre girişken olduğum için ‘Benim önüme geçersen zoruma gider. Sonuçta ben erkeğim kaldıramam bunları...’ dedi.

Geçtiğimiz hafta Batı Şeria’da yüzlerce kadın, 21 yaşındaki Israa Ghrayeb’in ailesi tarafından “namus” gerekçesiyle öldürülmesinin ardından sokaklara döküldü.

Esenyurt’tan Aycan yazdı: ‘Kadına değer vermeyen, kadının çalışmayıp evde oturup çocuğa bakmasını isteyen, haklarımızı her geçen gün tırpanlayan bir destekçi buluyor patronlar kendilerine…’

Koronavirüs salgını sürecinde işçi kadınlar dünyanın dört bir yanında işsizlikle, kötü muameleyle, açlık tehdidiyle karşı karşıya. Patronların işçilere ‘virüs taşıyıcısı’ muamelesi yapması da cabası!

“Peki, hem kendimize hem de yanı başımızda duran bir kız kardeşimize şu cümleyi kursak: Bizim güvende hissedebilme hakkımız var! Hem de var olduğumuz her yerde!”

Yaşamın ölüme, barışın savaşa, umudun korkuya, gerçeğin yalana hep galip geleceğini bilerek, kimin sesi çok çıkarsa çıksın yaşamdan, barıştan, umuttan, gerçekten yana olarak geçeceğiz bu eşiklerden

8 Mart yaklaşmışken birçoğu Batıkent’te oturan, işi gücü, yaşı, mesleği, politik görüşü ayırt etmeden kadınlara sorduk: ‘8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde üç dileğiniz olsa ne olurdu?’ diye.

Boşuna değil son günlerin tüm direnişlerinde iki sloganın öne çıkması… 'Birleşe birleşe kazanacağız' sözünün dalgalanması.

Editörden